Kısa süren görüşmelerden sonra
çantamı hazırladım. Buluşma noktasına kadar sürecek otobüs yolculuğunu uyuyarak değerlendirmeye çalıştım.
İlk kez karşılaşıyor olsak ta ortak sohbet bizi samimi kılıyordu. Otobüslere has
daraltıcı özellikten kurtulup biraz kendime gelmiştim. İçimizde dinlenme ihtiyacı
duymayacak kadar enerji birikmiş olmalı, zira konaklayacağımız ve dinleneceğimiz eve
gitmek yerine fazladan yol yapıp Ayvalığa yöneldik. Trafiğin kendine has arsızlığı arada bir
asabımızı kurcalamış olsa da ilk kez yan yana gelen iki amatör balıkçının
motivasyon sıkıntısı olmuyor malumunuz.


Gök karardı, bu huzur dolu kıyıyı
bırakmak güç, isteksizce araca döndük. Motor sesi, far derken yine modern
dünya! Doğallığı ve hırçın levrekleri arkamızda bıraktık.
Beklenen ikinci buluşma
gerçekleşti. Bu buluşma için uzun zaman beklemiştik. Dört beş senelik tesadüfî
tanışıklık ve gittikçe sıklaşan mailleşmelerle yakınlaştığım Cüneyt ağabeyle
sonunda el sıkışmıştık. Öyle yahut böyle doğru insanlarla tanışmış olmam sadece
bir şans değildi tabiî ki. Zamanında hızlı bir giriş yaptığım amatör balıkçılık
âleminden aynı hızla kaçtığımda birkaç değerli dost edinmiş oldum.

Sabahı yine aynı kıyıdaydık!
Akşamın koşulları, sabahı yitip gitmişti…
Güneş kendini gösterdikten sonra
bir levrek yine yalancı yemin peşine takıldı. Ve ben buna yine bir başıma şahit oldum. Ne olur ne olmaz diye
video kaydı için zemin hazırlarken hemen önümde su kabardı ve yanılmıyorsam
dostum levrek karnını doyurdu. Atışları o civarda bir süre sürdürdüysem de
nafile…
Akşamı da hayal edilen yahut istenen gerçekleşmedi. Eve vardığımız da kaldığımız yerden
muhabbete devam ettik.
Sabah Sivrice yolu gözüktü! Ben
hiç huyum olmamasına rağmen ilk defa emindim; bu sabah levrekle göz göze
geleceğim, diye.
Uzun uğraşlar sonuçsuzdu. Söylemeliyim;
denizin getirdiği ya da getirmediği beni hiç üzmedi. Ta ki bu güzel buluşmanın
son gününe kadar…
Bu güzel buluşmanın sona ermesine
az vakit vardı. Geçen güzel zamana rağmen ilk defa denizden buruk ayrılacaktım!
Son gün bir levrek yakalayacak ve
‘Ona’ götürecektim. Daha önce hiç fırsat olmamıştı; avladığım balığı ikram etmek.
Evet, balık hali diye bir şey var! Abarttığım sanılabilir ama ömrümde bir defa
halden balık aldım. Diyorum ki ben kendi canı balık yemek istediğinde hale
giden biri değilim. Hele ‘Ona’ ikram edeceksem… Tabiatıyla bu fırsatı
değerlendirmek istiyordum.
İşte o ‘son akşam atışlarını’
beklenti ile yaptım. Ne var ki umduğumu alamadım. Bunun için asla denizi suçlamam.
Bunun suçlusu deniz değil! Mevsim değil, balık değil, kısmet hiç değildi.
Umduğumu alamamamın sebebi aşırı tüketimdi, sömürüydü, fırsatçılıktı ve tüm
aşağılık dürtülerdi. Doğaya reva görülen zulüm, sevgiliye sunmak maksadıyla
avlayacağın balığı verecek takati dahi bırakmamıştı onda… Denize ve doğaya bu
kadar duygusal yaklaşmam belki benim zayıflığımdır. Varsın böyle olsun zayıflık.
http://at-cek.blogspot.com.tr/2013/05/amac-ne.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder