30 Nisan 2013 Salı

Beklenen Mütevazı Buluşma 24 - 27. 02. 2013


Kısa süren görüşmelerden sonra çantamı hazırladım. Buluşma noktasına kadar sürecek otobüs yolculuğunu uyuyarak değerlendirmeye çalıştım.

İlk kez karşılaşıyor olsak ta ortak sohbet bizi samimi kılıyordu. Otobüslere has daraltıcı özellikten kurtulup biraz kendime gelmiştim. İçimizde dinlenme ihtiyacı duymayacak kadar enerji birikmiş olmalı, zira konaklayacağımız ve dinleneceğimiz eve gitmek yerine fazladan yol yapıp Ayvalığa yöneldik.  Trafiğin kendine has arsızlığı arada bir asabımızı kurcalamış olsa da ilk kez yan yana gelen iki amatör balıkçının motivasyon sıkıntısı olmuyor malumunuz.

Ayvalık civarında medeniyetten kurtarılmış bir kıyıda buldum kendimi. Aceleciliği ve heyecanı bir kez daha tanıştırıp, memnun olmalarını beklemeksizin atışlara başladım. Sığ suya uygun yalancı yeme verdiğim aksiyonlara bir süre karşılık veren olmasa da canlılık gözle görülür güzellikteydi. Doğu Akdeniz’e özgü kopamayacağım o güzellik müstesna fakat bu güzellikte tek seferlik bir buluşmadan fazlasını hak ediyordu.

Yüzeyde oynattığım yalancı yemin peşi sıra, durgun suyu yararak yaklaşanın bir levrek olduğuna inanmakta güçlük çektim! Atışa devam etmeden önce kamerayı açtım, tabi o heyecanla atışı yapamadım. Hatırı sayılır avlar yapmış (kendince) ve çocukluktan beri deneyimi olan biri, hala nasıl bunca heyecanlanabiliyor? Beni ava güden sadece bu heyecan değil biliyorum.

El ve kamışın birbirine dolaştığı sırada balık oradan uzaklaşmış yahut ilgisini kaybetmişti. Daha kötüsü levrek, bir çaylak gibi davranan şu rezili izleyip küçümsedi.  Hava kararırken bir sıkı takip daha aldım! Sudaki hırçın hırsla takip ettiği yalancıya bir türlü kanmadı. Kanaatimce levreğin bu cüretkâr çıkışlarının sebebi, bölgede fazla yırtıcı balık türünün olmamasından kaynaklıydı. Benim kıyılarımda yırtıcı yelpazesi daha genişti, levreklerin su üstü yalancıya bu kadar hoyratça daldığını görmemiştim. 

Gök karardı, bu huzur dolu kıyıyı bırakmak güç, isteksizce araca döndük. Motor sesi, far derken yine modern dünya! Doğallığı ve hırçın levrekleri arkamızda bıraktık.

Beklenen ikinci buluşma gerçekleşti. Bu buluşma için uzun zaman beklemiştik. Dört beş senelik tesadüfî tanışıklık ve gittikçe sıklaşan mailleşmelerle yakınlaştığım Cüneyt ağabeyle sonunda el sıkışmıştık. Öyle yahut böyle doğru insanlarla tanışmış olmam sadece bir şans değildi tabiî ki. Zamanında hızlı bir giriş yaptığım amatör balıkçılık âleminden aynı hızla kaçtığımda birkaç değerli dost edinmiş oldum.

Gece boyunca sıcaklığını kaybetmedi muhabbet. Öyle ki uykuya dalan Enes ağabey gözlerini açma ihtiyacı hissetmeden sohbete dahil olmaktan geri kalmadı zaman zaman... Gün ağarmadan avlakta olma planlarına inat sohbete devam ettik. Gerçek şu ki mezenin de marifetiyle piller zayıfladı. Ve iki üç saatliğine de olsa dinlenmeye çekildik.

Sabahı yine aynı kıyıdaydık! Akşamın koşulları, sabahı yitip gitmişti…

Güneş kendini gösterdikten sonra bir levrek yine yalancı yemin peşine takıldı. Ve ben buna yine bir  başıma şahit oldum. Ne olur ne olmaz diye video kaydı için zemin hazırlarken hemen önümde su kabardı ve yanılmıyorsam dostum levrek karnını doyurdu. Atışları o civarda bir süre sürdürdüysem de nafile…

Akşamı da hayal edilen yahut istenen gerçekleşmedi. Eve vardığımız da kaldığımız yerden muhabbete devam ettik.

Sabah Sivrice yolu gözüktü! Ben hiç huyum olmamasına rağmen ilk defa emindim; bu sabah levrekle göz göze geleceğim, diye.

Uzun uğraşlar sonuçsuzdu. Söylemeliyim; denizin getirdiği ya da getirmediği beni hiç üzmedi. Ta ki bu güzel buluşmanın son gününe kadar…

Bu güzel buluşmanın sona ermesine az vakit vardı. Geçen güzel zamana rağmen ilk defa denizden buruk ayrılacaktım!

Son gün bir levrek yakalayacak ve ‘Ona’ götürecektim. Daha önce hiç fırsat olmamıştı; avladığım balığı ikram etmek. Evet, balık hali diye bir şey var! Abarttığım sanılabilir ama ömrümde bir defa halden balık aldım. Diyorum ki ben kendi canı balık yemek istediğinde hale giden biri değilim. Hele ‘Ona’ ikram edeceksem… Tabiatıyla bu fırsatı değerlendirmek istiyordum.

İşte o ‘son akşam atışlarını’ beklenti ile yaptım. Ne var ki umduğumu alamadım. Bunun için asla denizi suçlamam. Bunun suçlusu deniz değil! Mevsim değil, balık değil, kısmet hiç değildi. Umduğumu alamamamın sebebi aşırı tüketimdi, sömürüydü, fırsatçılıktı ve tüm aşağılık dürtülerdi. Doğaya reva görülen zulüm, sevgiliye sunmak maksadıyla avlayacağın balığı verecek takati dahi bırakmamıştı onda… Denize ve doğaya bu kadar duygusal yaklaşmam belki benim zayıflığımdır. Varsın böyle olsun zayıflık. 




http://at-cek.blogspot.com.tr/2013/05/amac-ne.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder