13 Eylül günü 'Adana, Hatay arası kaç kilometre?’ Diye bir soru geldi Tanbay ağabeyden...
Uzun zaman önce İnternet aracılığıyla tanıştığım benim için ayrı değere haiz birkaç insan mevcut; balık avıyla iştigal! Onlardan biri Tanbay ağabeydir. Tanışmamızın en önemli sebebi ava bakış açımızdaki benzeşme olsa gerek.
Daha tanıştığımızın haftası kişisel menfaat gütmeksizin avı fotoğraflama hususunda güzel tavsiyelerde bulunmuş, stüdyo fotoğrafçılığı geçmişime rağmen bildiğim ama ava uygulamayı pek aklıma getirmediğim bazı detayları fark etmemi sağlamıştır. Günümüz dünyasında menfaatsiz hiçbir insan ilişki olmadığını hatırlatmak isterim. Bunu menfaatçi insanlara gönderme yapma kaygısıyla yazmıyorum. Dünya böyle, hepsi bu!
Size internet marifetiyle tanışan ve hiçbir menfaat gözetmeksizin bir araya gelen iki adamın, iki güzel gününü anlatmak istiyorum.
Size internet marifetiyle tanışan ve hiçbir menfaat gözetmeksizin bir araya gelen iki adamın, iki güzel gününü anlatmak istiyorum.

Tanbay ağabeye aradaki mesafeyi ortalama olarak bildirdim. Hatay'a gelişinin kesin olmadığını eklese de kendime dahi saçma gelen bir heyecan hissettim. Zira ava, balığa ve denize (doğaya) özdeş baktığım biriyle ava gittiğimi hatırlamıyorum. Belki de bu yüzden fazla anlam yüklüyordum bu buluşmaya.
Velhasıl Tanbay ağabeyin gelişi netleşti. Adana’da işi bittikten sonra Hatay’a geçecekti. 14 Eylül gecesi Samandağ ilçesine bağlı Çevlik köyüne giriş yaptı. Telefondan bulunduğum yeri tarif ederek anayolda aracını karşıladım. Yüzümüzde bir gülümsemeyle tokalaşıp kalacağımız yere vardık. Arabadan inice uzun zamandır görüşmeyen iki dost gibi sarıldık. Oturup çay eşliğinde sohbete daldık! Güncel mevzular, iş güç, aile derken konu tabii ki denize ve balığa geldi. Gün ağarmadan uyanacağımız için dinlenmeye çekildik. Zaten uykusuz ve yorgundum. Keza Tanbay ağabey yol yorgunuydu. Alarmı sabah beşe kurmasının isabetli olacağını söyledim. Uyanma ihtimalim oldukça azdı.

Tahmin ettiğim gibi; zil sesi beni uyandırmayı başaramadı. Neyse ki Tanbay ağabeyin uyarmasıyla bir süre sonra kalkabildim. Pek geç kalmadığımız halde birkaç İskarmoz umuduyla avlağa erkenden varma telaşındaydım. ‘Adam buraya kadar geldi iyi kötü ne olursa yakalamamız lazım’ gibi aslında ava bakışımla pek bağdaşmayan bir düşünceye kapıldım. Sabahın bir körü kırk yıldır tanıyormuş gibi hissettiğim ve samimi bulduğum fakat ilk kez karşılaştığım biriyle birlikte yola çıkmıştım. Tam olarak bu sebeple telaşlanıyordum. Tanbay ağabey bunu fark etmiş olacak ki ‘bana balık tutturmak için kasma’ demişti.
Yiyecek bir şeyler alıp yola devam ettik.
İlk meramız mendirekti. Mendireğin boğazına ilerledik ve atışlara karanlıkta başladık. Çok sürmeden hava aydınlandı. Yazık ki beklenen İskarmozlar bizi ziyarete gelmedi. Merayı değiştirmek maksadıyla harekete geçtik. Beş altı kilometre ötede çok sevdiğim bir meraya indik.
Her iki yanı kayalarla çevrili uzun bir kumsal bu mera, Doğu Akdeniz’in barındırdığı birçok türün avlanılabildiği. İşin güzel yanı kumlukta avlanan insan sayısı hayli azdır yörede. O yüzden bir nebze bakirdir mera. Yazık ki dinamitçiler, ağ ile çevirip zıpkınla dalanlar, gece zıpkıncılarının uğrak noktasıydı aynı zamanda… Her şeye rağmen çeşit ve güzel av veren bir yerdir.
At-çek’e başladık… Fakat canımı sıkan tek bir balığın dahi bizi ziyaret etmemiş olmasıydı. Ben şuraya gidelim buraya gidelim demeye başlamıştım. Tanbay ağabey ‘bana balık tutturmak için telaş yapma,’diye yineledi. Türkiye’nin bir ucundan öteki ucuna iş için gelmiş, bir daha ne zaman görürüm diyerek biraz daha yol yapıp benimle kıyıda kamış savurmaya üşenmemiş bu adama bir an gülümseyerek baktım. Kayalıklarda kumsalda sürekli gidip geldik! Muhabbetle denizi soluyorduk…
Balık avlamamız lazım güdüsü benden uzakta bir köşede somurtarak oturuyordu. Ona karşı ilgisizdim artık. Anın keyfini çıkarıyorduk.

Tanbay ağabey oldukça yorgundu. O birkaç saatliğine uyumaya çekildiğinde ben tüm yorgunluğumu unutmuştum. Merkeze gidip yöreye has kahvaltılık malzemelerden aldım. Katıklı ekmek için iç hazırladım. Fırına verdiğim katığı pide yaptırdım. Beceriksiz fırıncıyı uyarmama rağmen istediğim gibi yapamadı katıklıları… Yine de Tanbay ağabey kahvaltıdan memnundu. Ne yapalım ne edelim derken kararımızı verdik.
Nihayet suyla buluştuk. Mera tabanı kabuklu canlıların kapladığı yosunlu kayalarla çevriliydi. Birde Çevlik merkezinde kolay ulaşılabilecek, çeşit avcının uğrak noktası olduğundan her daim kalabalıktır. Ayak bileklerimize kadar sudaydık. Hava kararmaya başladığında hareketlilik göze çarpmaya başlamıştı. Suyla bağını kesmek üzere olduğum 13 cm.lik yalancı yeme sağdan hızla gelen bir cisim saldırıverdi. Sert bir gerilmenin ardından misina –muhtemel- kabuklarla sarılı keskin kayalar marifetiyle kesildi. Yahut avcı yalancı yeme kafadan bodoslama girmiş ve koparmıştı. Esrarengiz avcı öyle hızlıydı ki ne olduğunu kararan havanında etkisiyle asla bilemeyeceğim. Avcının ağzında sola ve ileri doğru hızla uzaklaşan yalancı yemin parlaması bir an gözüme ilişti mi ne? Tanbay ağabeye ‘gördün mü?’ Diye seslendim. Haberi yoktu durumdan. Anlatınca da ‘ne duruyorsun devam et!’ Diye fırçaladı.
Benzer bir durum daha öncede başıma gelmişti fakat hiç böyle hızlı gelişmemişti olay. Çocukça bir hırsla kamışla havayı dövmeye, atıp çekmeye devam ettim.
Birkaç dakika geçmişti ki Tanbay ağabey Orfozun yakın akrabalarından birini yakaladı. Severek suya geri saldı. Birkaç takip oldu. Akşam karanlığı yorgunluk ve açlık nezaretinde çökmüştü tepemize. Bir kebapçıya kapağı attık. Karnımız doyduktan sonra kaldığımız pansiyona dönüp koyu bir sohbete giriştik. Sohbetin her hakkı bende mahfuzdur! Oldukça geç bir saatte yattık.

Kahvaltı sohbet derken Antakya’ya gitmek için yola koyulmuştuk. Merkeze ulaştığımızda Antakya’ya özgü ne alabileceğini sorduğunda aklıma gelen tek materyal bakırcılar çarşısından alınabilecek mutfak gereçleriydi. Pazar günleri çarşı neredeyse kapalıydı maalesef.
Künefe yedik. İstanbul’da da künefe yediğini fakat bu kadar güzel olmadığını söyleyip durdu. Birde meyan şerbeti içtik. Antakya’ya özgü lezzetler için pek vakti kalmamıştı ve biz zamanımızı hep bir köyde deniz kıyısında öldürmüştük. Zaten bizden beklenende bu olmalıydı.
Şu bir hakikat ki; karşılıksız aşk olur. Hatta karşılıksız nefret! Karşılıksız çek gırla! Fakat karşılıksız dostluk olmaz!
Ne hikmetse İnternet kanalıyla tanıştığım bu adamla karşılıksız bir dostluk kurmuştuk. Bizi bir araya getiren balık ve denize olan tutkunluk!
Balık sayesinde kesişen yollarımız ayrılırken arabada iki kelam daha edip vedalaştık. İndiğim arabanın reverans mahiyetindeki korna sesine müteakip uzaklaşmasını izledim. Arkamı döndüğümde şehrin keşmekeşiyle bir başıma kalakalmıştım. İyi bir av yapamadık dostluk kazandı gibi zırvalardan biri değildi bu. Hayatımdan iki güzel gün akıp gitmişti işte.
Balığın hayatınıza kattığı güzel anların içi geçmiş birer anı olarak tarihe karışmasını istemiyorsanız hırslarınıza veda edip, denize sahip çıkın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder