Güneş, ufuk çizgisinin ardına geçmeye
hazırlanırken, ayaklar sert kabuklu canlılarla çevrili kayaların üzerinde, bileklerini
okşayan denize kavuştu.
Ilık suda dinlenen ayakların keyfi yerinde, ıslanan bilekler ise şarktan hafif esen rüzgârın etkisiyle huysuzlanıyordu. Şarktan okşayış kıvamında esen bu yavru rüzgâr, sonbaharın demini bozacak olan zalim atasının habercisi. Suyun içinde iskele direği gibi hareketsiz dikelen bacakların tersine kollar, çalışan makine kıvamındaydı. Parçalar ayrı tepki verse de yekûn, denize kavuşmanın kayıtsızlığı içinde keyifleniyordu.
Günün sabahından beri bu kavuşmayı planlayan bendim.
Umumiyetle panayır yerini andıran merada tek başına olmanın huzuru
beni mest etmişti.
Çok geçmeden beriden gelen seslerle irkildim. Genç hanım kuma uzanıyor, adamsa telaşla az ötedeki kayalarda yerini belirliyor.
Olduğu yerden genç hanıma laf yetiştiriyor. Bu senkronize bağrışmalar balığı
değil belki ama keyfimi kaçırmaya yetmişti. Belki de yetmemişti.
‘Kadri ağabey!’ Diyen sesi tanıdım. Çocuk kumda bana telaşla
yaklaşırken gülümsüyor, gagası mahsus kırılmış yalancı yem ise kamışın ucunda
sağa sola savruluyordu. Çocuk rutine sadık kalıp sessizce, gülümseyerek
atışlarına başladı. Yerini yadırgamış olacak ki taşların üzerinde dikkatle diğer
adama doğru ilerledi. Adam yaklaşan çocuğu nasıl bir tehdit olarak gördüyse azarlayarak yolladı. Ufaklığın
yüzündeki ifade beni rahatsız etmişti. Yanıma çağırdığımda adamın küfür ederek
kovduğunu söyledi. Çocuğu tanımasaydım bile yine aynı şekilde müdahale ederdim,
zira bu gibi durumlara müsamahalı yaklaşacak bir insan profili tahayyül
edemiyorum. Adamı arkadaki eşine yahut sevgilisine rağmen haşladım. Küfür
etmedim diye kendini savunmaya çalışsa da vücut dili her şeyi anlatıyordu. Yediği
fırçadan birkaç dakika sonra uzaklaştı.
Denizler herkese yeter; özellikle
çocuklara.
Sinirlerim gerilmişti bir kere, adamı azarlarken kullanmayı
unuttuğum cümleler kafamda dolu bir monolog vagonu gibi gürlüyordu.
Tüm huzur uçup gitmişti.
İnsana rağmen doğayı ve denizi yaşayabilmek hayli zor kimi zaman!
Çocuk
sinirlendiğimi fark etmiş ve durgunlaşmıştı. Göz ucuyla bakıp konuşmaya cesaret
edemiyor, mahcup aksiyonlar vererek yalancı yemini yüzdürüyordu. Çocuğu
güldürecek bir şeyler geveledim. Hemen çenesi açılmıştı; sorular yağıyor. Yaşlanmakta
olduğumu hissettirdi bana! Daha dün aynı yaştaydık biz. Elimde yedi metrelik
göl kamışıyla nehir kenarlarında fink atıyordum. Sonra nasıl denizle tanıştım…
Güneş ufuk çizgisinin ardına doğru inişe geçmişti. Dünyanın
düz olduğunu iddia edenlerin sığ mantığı bana göz kırpıyor uzaklardan. Bu açıdan
bakınca büyük resmi görememiş olmaları şaşılacak iş değildi.
Atıyor ve sararak çekiyorduk. Ufaklık sıkılmaya başlamış
olacak ki, konuştukça konuşuyordu. Neler anlatıyordu! Dinliyormuş gibi
yapacağım hikâyeler başlamıştı.
Takribi 120 metre ötede, deniz
yüzeyinde beliren karartı ikimizin de dikkatini çekmişti. Karartıya dikkat
kesildiğim ilk an olasılığı düşünerek hemen jig (Türkçesi zoka) tabir edilen kurşun yemi klipse
sürdüm. 21 gr. ağırlığındaki bu yem ergonomik yapısından ötürü 70-80 metre
mesafeye ulaşabilirdi. Kullandığım kamışın uzunluğu, misinanın inceliği 70
metreyi garanti ediyordu. Kıyıya doğru ağır aksak yanaşan, su üzerine sıçrayarak kaçışan yemlik balık
sürüsü tıpkı, çoban köpekleri tarafından güdülen koyun sürüsü gibi küme
halinde telaşla bir yerlere sürükleniyordu.
Zokayı kıyıya doğru savrulan sürünün yamacına düşürdüm ve yüzdürmeye başladım. Sürünün dış hatlarında kalan yavrular can havliyle
kaçıyor; karartı peyderpey menzile giriyordu.
Üçüncü atış, sürünün benden yana cephesine isabet etti.
Kurşun yemi yüzdürmeye başlamamla ürkek yavrular kaçışmaya başladı. Daha sarmaya yeni başlamıştım; kuvvetli bir
gerilme oldu. Oralarda yüzeye yakın birkaç kaya var; bu yemde gitti! Bir an
sonra uzak mesafe de yakalanan balığın kafa vuruşlarının kamış tarafından
soğurulduğunu hissettim. 70 metre civarı uzaklıkta yakalanan balığın mukavemeti
çok geçmeden kalomaya yansıdı. Makineden
gelen tolerans yaygarası eşliğinde sarıyordum.
Kafa darbeleri kendini daha net
hissettirmeye başlamıştı.
Nefes alıyor muydum?
Bir yıl önce 35 gr. kurşun yem ile 90 metreye erişen atışlarımdan
birinde bundan daha şiddetli bir mukavemetle karşılaşmış çok geçmeden mağlup
olmuştum. Bunu da kaçıramazdım. Tekrar kaybetmek istemiyordum.
Uzaklar bana ne getiriyordu?
Rakibim güçbelâ yaklaşırken tek korkum misinanın kayalara
sürtünmesiydi. Aynı merada sürtünme marifetiyle defalarca mağlup olmuştum. İğne
oturmamış olabilir! Kötü ihtimaller eşliğinde avım bana yaklaşıyordu. Sola
yukarıya doğru kaldırdığım kamış iki büklüm titriyor, 70 metrelerden genel
rakibim gövdesini sudan çıkarmış hiddetle suya kafa atıyordu. Hiç beklemediğim mükemmel bir rakipti bu! Bir
Levrek…
Kafasıyla suyu döverek bana
yaklaştı. Arada kuyruğuyla tokatlıyordu denizi. Bana olan öfkesini denizden
çıkarıyordu sanki. Yahut yaptığı hatanın pişmanlığıyla kafasını sulara
vuruyordu.
Kamışı dik konumda kendime çekerek balığı ayakucuma yanaştırdım.
Suyu döven Levreği almaya yeltenirken kamışı eğmiş ve balığın etrafımda
neredeyse tam tur dönmesine sebep olmuştum. Kamışı tekrar kontrol altına alıp
diktiğimde balık etrafımda tekrar dönmüş ve sağ yanıma gelmişti. Kurşun yemin
iğnesi dudağının kenarında! Onu bana bağlayan tek şey dudağına girmiş bir iğne!
Ve esnemenin de etkisiyle saplandığı yerden kurtulmaya bir o kadar müsait. Sağ
yanımda bir anlığına duralayan balığı sol elimle kapıverdim.
Solungaçlarının hemen
altından sıkıca kavradığım rakibimle kuma doğru ilerledim. Su ile olan bağımız koptuğunda biraz rahatlamıştım.
O an dudağı iğneden kurtuldu!
Sol elimle kavramakta güçlük çektiğim bu
kuvvetli Levreği yere bırakmadan cebimden arızalı fotoğraf makinesini çıkardım.
Makine zamanla denizden aldığı nemden ötürü arızalanmış, fotoğraf çekimini
bembeyaz yapar olmuştu. Arızanın mahiyeti video çekimine engel değildi. Avlarımı
muhafaza etmemin yegâne yolu onları fotoğraflamak; gel gör ki, ilk yetişkin
Levreğimin fotoğrafını alamayacaktım. Levreği elimdeyken videoya almaya
başladım. Yavaşça kuma bıraktım ve devam ettim. Ufaklıktan ikimizi kayıt altına
almasını istedim. Kaydı tamamladığımda sağdaki kayaya konuşlanmış, bir grup balıkçının
merakla beni izlediğini fark ettim. Bu küçük köyde kayda değer bir balık yakalandığında haberi çabuk yayılırdı. Bir gün sonra zıpkıncı salgını buraya da bulaşacaktı. Ufaklık gol atmış futbolcu gibi etrafımda dönerek seviniyordu. Ona bir zoka verdim ve ‘hadi bırak şimdi maskaralığı sende şansını dene’ dedim.
Levreği söndürüp, yeleğimin sırt kısmına yerleştirdim. Üstünde uyuklayan kedi misali huzur! Atışlara devam ettim. İkinci atışı yapmıştım ki sırtımdaki çırpınışla
irkildim. Ölmemişti... Anlatamayacağım bir hisle avı sonlandırdım.
Ufaklık atışlarına devam
ederken onu izledim. Sürü birkaç dakika önceki dehşetten uz; süzülüyordu. Bir
süre daha hırsla ve umutla atıp çekmesini izledim. Sonra teselli ve temenni
eşliğinde onu evine bıraktım. Benim gerçekleştirdiğim avla dahi mutlu olmayı bilmişti çocuk! Ne
garip, oysa çocuk kadar erdemli olamıyor bazen insan.
Avımı düzgün muhafaza
edemeyeceğim endişesiyle bir dostumdan fotoğraf makinesini istedim.
Makineyi bir defa görmüştüm. Tekrar baktığımda bendeki makineye göre daha eski olduğunu fark ettim. Nitelikli
fotoğraf alamayacağı aşikâr olsa da denemekte fayda vardı.
Bana ait veri kartı ve pilleri
makineye taktım. Makineyi açtığımda ‘date format’ gibi bir ibare göründü
ekranda. ‘ok’ seçeneğiyle sınırlandırılmış bu iletiye uymak zorunda kaldım.
Loading!
O an şimşek çaktı! İbare ‘date
format’ değil, ‘data format’ idi. Pilleri çıkararak makineyi söndürdüm. Hemen bilgisayar
başına geçip verileri kontrol ettim. Tüm fotoğraf ve videolarım anlam ifade
etmeyen rakam ve harflerle bezeli dikdörtgenler haline gelmişti. Kafam durmuş
öylece ekrana bakıyordum. Veri kurtarma programları ile silinen verilerin geri
getirilebildiğini biliyordum. Bu tür programlardan yarım
düzineyi denemem sonucu fotoğraflarımın büyük bölümünü kurtardım. Fakat
videolar için yapılabilecek bir şey yoktu. Levreği kaydettiğim videonun safi
ilk iki saniyesi kurtulmuştu. İşte aşağıdaki fotoğraf o ilk saniyeden
alınmıştır.
Mevzu bahis veri kurtarma işlemleriyle geçen sürede balığın muhafazalık görüntüsü -bana göre-bozulmuştu. İlk yetişkin Levreğimi görsel olarak muhafaza altına
alamamıştım. Ne büyük dert öyle değil mi? Bu derdi ancak ava bakışı paralel
olan insanlar anlayışla karşılar. Zira bunca cümleyi 1115 gr. gelen bir Levrek için
kurmuş olmak bile hayli gülünç karşılanabilir.
Aksiliklere rağmen, istediğim gibi muhafaza
edemediğim Levrek bir şekilde doğal döngüde yerini buldu. Hiç bir avımı lalettayin görmedim, buna rağmen bazı avlar diğerlerinden müstesna. İşte bunları
elden geldikçe yazıya aksettiriyorum. Ben yaptığımı amatör balıkçılık olarak görmüyorum. Bence amatör
balıkçılık her geçen gün biraz daha ticarileşiyor. Ticaretin ve şahsi menfaatin kaçınılmaz
çirkinleşmesi husul bulmuş dallanırken, kendimi amatör balıkçı olarak tanımlayamam. Mamafih kendimi sportif şu bu balıkçı olarak hiç mi hiç tanımlayamam... İnternet üzerinden bunları paylaşıyorsam ve sırf bu yüzden dahi bir forma giymem gerekiyorsa bu formada yazan illaki devlet nazarında bu uğraşın adı olduğu için; amatör balıkçılıktır. Balık avı bir spor değildir. Hobi değildir. Tutkudur.
Amatör balıkçının genel profili ise -maalesef- yukarıda okuduğunuz çocuk kışkışlayan adamdan farksız. Bilmem hatırlar mısınız? Hevesli çocuklara kız kaçıran ile torpil satan bakkallar vardı. Bana o bakkalları hatırlatan insanlar gördüm.
Çocuk ve doğanın daha fazla kirlendiğini görmemek umuduyla...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder