24 Eylül 2012 Pazartesi

Kıyıdan 'Jigging' İle Levrek Avı


Güneş, ufuk çizgisinin ardına geçmeye hazırlanırken, ayaklar sert kabuklu canlılarla çevrili kayaların üzerinde, bileklerini okşayan denize kavuştu.

Ilık suda dinlenen ayakların keyfi yerinde, ıslanan bilekler ise şarktan hafif esen rüzgârın etkisiyle huysuzlanıyordu. Şarktan okşayış kıvamında esen bu yavru rüzgâr, sonbaharın demini bozacak olan zalim atasının habercisi. Suyun içinde iskele direği gibi hareketsiz dikelen bacakların tersine kollar, çalışan makine kıvamındaydı. Parçalar ayrı tepki verse de yekûn, denize kavuşmanın kayıtsızlığı içinde keyifleniyordu.

Günün sabahından beri bu kavuşmayı planlayan bendim.    

Umumiyetle panayır yerini andıran merada tek başına olmanın huzuru beni mest etmişti.

Çok geçmeden beriden gelen seslerle irkildim. Genç hanım kuma uzanıyor, adamsa telaşla az ötedeki kayalarda yerini belirliyor. Olduğu yerden genç hanıma laf yetiştiriyor. Bu senkronize bağrışmalar balığı değil belki ama keyfimi kaçırmaya yetmişti. Belki de yetmemişti.

‘Kadri ağabey!’ Diyen sesi tanıdım. Çocuk kumda bana telaşla yaklaşırken gülümsüyor, gagası mahsus kırılmış yalancı yem ise kamışın ucunda sağa sola savruluyordu. Çocuk rutine sadık kalıp sessizce, gülümseyerek atışlarına başladı. Yerini yadırgamış olacak ki taşların üzerinde dikkatle diğer adama doğru ilerledi. Adam yaklaşan çocuğu nasıl bir tehdit olarak gördüyse azarlayarak yolladı. Ufaklığın yüzündeki ifade beni rahatsız etmişti. Yanıma çağırdığımda adamın küfür ederek kovduğunu söyledi. Çocuğu tanımasaydım bile yine aynı şekilde müdahale ederdim, zira bu gibi durumlara müsamahalı yaklaşacak bir insan profili tahayyül edemiyorum. Adamı arkadaki eşine yahut sevgilisine rağmen haşladım. Küfür etmedim diye kendini savunmaya çalışsa da vücut dili her şeyi anlatıyordu. Yediği fırçadan birkaç dakika sonra uzaklaştı. 

Denizler herkese yeter; özellikle çocuklara.

Sinirlerim gerilmişti bir kere, adamı azarlarken kullanmayı unuttuğum cümleler kafamda dolu bir monolog vagonu gibi gürlüyordu.

Tüm huzur uçup gitmişti. İnsana rağmen doğayı ve denizi yaşayabilmek hayli zor kimi zaman! 

Çocuk sinirlendiğimi fark etmiş ve durgunlaşmıştı. Göz ucuyla bakıp konuşmaya cesaret edemiyor, mahcup aksiyonlar vererek yalancı yemini yüzdürüyordu. Çocuğu güldürecek bir şeyler geveledim. Hemen çenesi açılmıştı; sorular yağıyor. Yaşlanmakta olduğumu hissettirdi bana! Daha dün aynı yaştaydık biz. Elimde yedi metrelik göl kamışıyla nehir kenarlarında fink atıyordum. Sonra nasıl denizle tanıştım…

Güneş ufuk çizgisinin ardına doğru inişe geçmişti. Dünyanın düz olduğunu iddia edenlerin sığ mantığı bana göz kırpıyor uzaklardan. Bu açıdan bakınca büyük resmi görememiş olmaları şaşılacak iş değildi.

Atıyor ve sararak çekiyorduk. Ufaklık sıkılmaya başlamış olacak ki, konuştukça konuşuyordu. Neler anlatıyordu! Dinliyormuş gibi yapacağım hikâyeler başlamıştı.

Takribi 120 metre ötede, deniz yüzeyinde beliren karartı ikimizin de dikkatini çekmişti. Karartıya dikkat kesildiğim ilk an olasılığı düşünerek hemen jig (Türkçesi zoka) tabir edilen kurşun yemi klipse sürdüm. 21 gr. ağırlığındaki bu yem ergonomik yapısından ötürü 70-80 metre mesafeye ulaşabilirdi. Kullandığım kamışın uzunluğu, misinanın inceliği 70 metreyi garanti ediyordu. Kıyıya doğru ağır aksak yanaşan, su üzerine sıçrayarak kaçışan yemlik balık sürüsü tıpkı, çoban köpekleri tarafından güdülen koyun sürüsü gibi küme halinde telaşla bir yerlere sürükleniyordu. 

Zokayı kıyıya doğru savrulan sürünün yamacına düşürdüm ve yüzdürmeye başladım. Sürünün dış hatlarında kalan yavrular can havliyle kaçıyor; karartı peyderpey menzile giriyordu.

Üçüncü atış, sürünün benden yana cephesine isabet etti. Kurşun yemi yüzdürmeye başlamamla ürkek yavrular kaçışmaya başladı. Daha sarmaya yeni başlamıştım; kuvvetli bir gerilme oldu. Oralarda yüzeye yakın birkaç kaya var; bu yemde gitti! Bir an sonra uzak mesafe de yakalanan balığın kafa vuruşlarının kamış tarafından soğurulduğunu hissettim. 70 metre civarı uzaklıkta yakalanan balığın mukavemeti çok geçmeden kalomaya yansıdı.  Makineden gelen tolerans yaygarası eşliğinde sarıyordum. 

Kafa darbeleri kendini daha net hissettirmeye başlamıştı.   

Nefes alıyor muydum?

Bir yıl önce 35 gr. kurşun yem ile 90 metreye erişen atışlarımdan birinde bundan daha şiddetli bir mukavemetle karşılaşmış çok geçmeden mağlup olmuştum. Bunu da kaçıramazdım. Tekrar kaybetmek istemiyordum.

Uzaklar bana ne getiriyordu?

Rakibim güçbelâ yaklaşırken tek korkum misinanın kayalara sürtünmesiydi. Aynı merada sürtünme marifetiyle defalarca mağlup olmuştum. İğne oturmamış olabilir! Kötü ihtimaller eşliğinde avım bana yaklaşıyordu. Sola yukarıya doğru kaldırdığım kamış iki büklüm titriyor, 70 metrelerden genel rakibim gövdesini sudan çıkarmış hiddetle suya kafa atıyordu.  Hiç beklemediğim mükemmel bir rakipti bu! Bir Levrek…

Kafasıyla suyu döverek bana yaklaştı. Arada kuyruğuyla tokatlıyordu denizi. Bana olan öfkesini denizden çıkarıyordu sanki. Yahut yaptığı hatanın pişmanlığıyla kafasını sulara vuruyordu. 

Kamışı dik konumda kendime çekerek balığı ayakucuma yanaştırdım. Suyu döven Levreği almaya yeltenirken kamışı eğmiş ve balığın etrafımda neredeyse tam tur dönmesine sebep olmuştum. Kamışı tekrar kontrol altına alıp diktiğimde balık etrafımda tekrar dönmüş ve sağ yanıma gelmişti. Kurşun yemin iğnesi dudağının kenarında! Onu bana bağlayan tek şey dudağına girmiş bir iğne! Ve esnemenin de etkisiyle saplandığı yerden kurtulmaya bir o kadar müsait. Sağ yanımda bir anlığına duralayan balığı sol elimle kapıverdim. 

Solungaçlarının hemen altından sıkıca kavradığım rakibimle kuma doğru ilerledim. Su ile olan bağımız koptuğunda biraz rahatlamıştım. 

O an dudağı iğneden kurtuldu! 

Sol elimle kavramakta güçlük çektiğim bu kuvvetli Levreği yere bırakmadan cebimden arızalı fotoğraf makinesini çıkardım. Makine zamanla denizden aldığı nemden ötürü arızalanmış, fotoğraf çekimini bembeyaz yapar olmuştu. Arızanın mahiyeti video çekimine engel değildi. Avlarımı muhafaza etmemin yegâne yolu onları fotoğraflamak; gel gör ki, ilk yetişkin Levreğimin fotoğrafını alamayacaktım. Levreği elimdeyken videoya almaya başladım. Yavaşça kuma bıraktım ve devam ettim. Ufaklıktan ikimizi kayıt altına almasını istedim. Kaydı tamamladığımda sağdaki kayaya konuşlanmış, bir grup balıkçının merakla beni izlediğini fark ettim. Bu küçük köyde kayda değer bir balık yakalandığında haberi çabuk yayılırdı. Bir gün sonra zıpkıncı salgını buraya da bulaşacaktı. Ufaklık gol atmış futbolcu gibi etrafımda dönerek seviniyordu. Ona bir zoka verdim ve ‘hadi bırak şimdi maskaralığı sende şansını dene’ dedim. 

Levreği söndürüp, yeleğimin sırt kısmına yerleştirdim. Üstünde uyuklayan kedi misali huzur! Atışlara devam ettim. İkinci atışı yapmıştım ki sırtımdaki çırpınışla irkildim. Ölmemişti... Anlatamayacağım bir hisle avı sonlandırdım. 

Ufaklık atışlarına devam ederken onu izledim. Sürü birkaç dakika önceki dehşetten uz; süzülüyordu. Bir süre daha hırsla ve umutla atıp çekmesini izledim. Sonra teselli ve temenni eşliğinde onu evine bıraktım. Benim gerçekleştirdiğim avla dahi mutlu olmayı bilmişti çocuk! Ne garip, oysa çocuk kadar erdemli olamıyor bazen insan. 

Avımı düzgün muhafaza edemeyeceğim endişesiyle bir dostumdan fotoğraf makinesini istedim. Makineyi bir defa görmüştüm. Tekrar baktığımda bendeki makineye göre daha eski olduğunu fark ettim. Nitelikli fotoğraf alamayacağı aşikâr olsa da denemekte fayda vardı.

Bana ait veri kartı ve pilleri makineye taktım. Makineyi açtığımda ‘date format’ gibi bir ibare göründü ekranda. ‘ok’ seçeneğiyle sınırlandırılmış bu iletiye uymak zorunda kaldım.

Loading!

O an şimşek çaktı! İbare ‘date format’ değil, ‘data format’ idi. Pilleri çıkararak makineyi söndürdüm. Hemen bilgisayar başına geçip verileri kontrol ettim. Tüm fotoğraf ve videolarım anlam ifade etmeyen rakam ve harflerle bezeli dikdörtgenler haline gelmişti. Kafam durmuş öylece ekrana bakıyordum. Veri kurtarma programları ile silinen verilerin geri getirilebildiğini biliyordum. Bu tür programlardan yarım düzineyi denemem sonucu fotoğraflarımın büyük bölümünü kurtardım. Fakat videolar için yapılabilecek bir şey yoktu. Levreği kaydettiğim videonun safi ilk iki saniyesi kurtulmuştu. İşte aşağıdaki fotoğraf o ilk saniyeden alınmıştır. 

Mevzu bahis veri kurtarma işlemleriyle geçen sürede balığın muhafazalık görüntüsü -bana göre-bozulmuştu. İlk yetişkin Levreğimi görsel olarak muhafaza altına alamamıştım. Ne büyük dert öyle değil mi? Bu derdi ancak ava bakışı paralel olan insanlar anlayışla karşılar. Zira bunca cümleyi 1115 gr. gelen bir Levrek için kurmuş olmak bile hayli gülünç karşılanabilir.

Aksiliklere rağmen, istediğim gibi muhafaza edemediğim Levrek bir şekilde doğal döngüde yerini buldu. Hiç bir avımı lalettayin görmedim, buna rağmen bazı avlar diğerlerinden müstesna. İşte bunları elden geldikçe yazıya aksettiriyorum. Ben yaptığımı amatör balıkçılık olarak görmüyorum. Bence amatör balıkçılık her geçen gün biraz daha ticarileşiyor. Ticaretin ve şahsi menfaatin kaçınılmaz çirkinleşmesi husul bulmuş dallanırken, kendimi amatör balıkçı olarak tanımlayamam. Mamafih kendimi sportif şu bu balıkçı olarak hiç mi hiç tanımlayamam... İnternet üzerinden bunları paylaşıyorsam ve sırf bu yüzden dahi bir forma giymem gerekiyorsa bu formada yazan illaki devlet nazarında bu uğraşın adı olduğu için; amatör balıkçılıktır. Balık avı bir spor değildir. Hobi değildir. Tutkudur.

Amatör balıkçının genel profili ise -maalesef- yukarıda okuduğunuz çocuk kışkışlayan adamdan farksız. Bilmem hatırlar mısınız? Hevesli çocuklara kız kaçıran ile torpil satan bakkallar vardı. Bana o bakkalları hatırlatan insanlar gördüm. 

Çocuk ve doğanın daha fazla kirlendiğini görmemek umuduyla...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder