Mendireği arşınlarken, çekilen suyun etkisiyle kayganlaşan zemini hesap etmeden en dibe
indim. Böylece karanlık, yosun ve alışkanlığın iş birliğiyle yerimi düşerek belirledim.
Topukla sandalet arasına girmiş yapışkan cisimle birlikte ayağa kalktık. Huzurla
sarıldığı kayadan böyle koparılacağını nereden bilebilirdi ki! Midyeyi bir
kayanın üzerine bırakıp takımları kontrol ettikten sonra atışlara başladım.
Mendirek, gün doğmazdan evvel başlayan
hemen her av mesaisinde ilk ziyaret ettiğim avlak.
Gün uyandığında mendirekten
ayrılıp doğal bir kayalığın yolunu tuttum. Burası pek uğramadığım, yemle
avlanan balıkçıların yatır gibi ziyaret ettikleri bir kayalık. Zira pek av
vermeyen bu küçük köşe, dibe takılmış kurşunu, suya dökülen kokmuş yemi ve
piknikçilerde dâhil çeşit ziyaretçisinin attığı çöplerle adak adanan bir yatırdan
farksız. Oyuklara sokulmuş pet şişeler, keskin kayalara saplanmış poşetler, etrafa
saçılmış cam kırıkları ile itibarını kaybetmiş gibi görünen bu kayalığı uzun
bir aradan sonra tekrar ziyaret etmiş oldum.
Bir iki atış yapmıştım ki ufak
lahozlar bana sırayla günaydın diyerek suya geri döndüler. Nesli tükenme
tehlikesinde olan Orfoz ve yakın akrabası bu güzel balıkları boyutu ne olursa
olsun suya geri iade ediyorum. Obur yavrularla oyalanmaya son verip, beş altı kilometre kadar yürüyerek çok sevdiğim bir kumsala ulaştım.
Uzun kumsalın iki yanı kayalık ve
oldukça sakindi. Suların çekilmesi yığınlaşan çakıllıkta debelenmek yerine kumda
rahatça yürümeye olanak sağlanmıştı. Teşekkürler gelgit!
Denizin dingin şarkısı eşliğinde
yalancı yemi yüzdürürken kumda ölü bir mavi yengece rastladım. İlk anda bu bana
doğal görünse de ilerledikçe ölü ve parçalanmış yengeçlerin hayli arttığını
görerek şaşırdım. Bu kadar mavi yüzücü yengeç (Portunus pelagicus) nasıl ölmüş
olabilirdi ki? Avı unutup sahil boyu yürümeye başladım. Ondan fazla mavi
yengeç parçalanmış yahut sırt kabuğu kırılmış şekilde dağılmıştı kumsala. Başlarına
ne gelmişti? Bir kabuk değişimi dönemi diye düşünüp cesetleri incelediğimde çürümüş organları gördüm. Bu kumsalda gece çeşitli yırtıcıya rastlamıştım ama!... Hatta yengeçlerden biri misinaya dolaşmıştı. Parçalanmış caretta caretta kabuğuna
rastladığımda aklıma gelen en kötü olasılık dinamitçilerdi. Zaten yerleşim
yerine uzak bir meraydı burası. Kabuk uzun zaman önce bedenden ayrılmış gibi
görünse de leş kokusu halen mevcuttu. Koca sırt kabuğu nasıl parçalandı? Olasılıklar... Gençken
okuduğunuz cinayet romanları hep insanlar üzerineyse hayvanlara yönelik bir
çıkarım yapamıyorsunuz. Bu gaddarlık bu kıyım insan elinden çıkmış; aşikâr. Peki neden?
Uzun süre denizden uzak kalacaktım ve son ziyaretlerimden birinde bu manzara canımı hayli sıkmıştı. Su altında defalarca rastladığım şu yengeçlere asla yiyecek gözüyle bakamadım. Bu ve benzer yengecin turistlik yörelerde, işkenceden farksız insan eğlencelerine -canlı cansız- meze olduğunu hatırladıkça… Av sabahının birinde, ayakucuma kadar gelen gözlerini bana çevirip üç beş saniye bakan ve yüzgeciyle üzerinde durduğum kayayı tokatlayarak uzaklaşan caretta caretta! Belki de öldürülen o! Neden? İnsan neden bu kadar aciz! Bu Vandallığın kökeni nedir? Doğa gittikçe acımasızlaşan Vandallıkla nasıl başa çıkıyor! İnsan yemeyeceği yahut herhangi bir fayda sağlamayacağı canlıyı neden öldürür. Avcı toplayıcı atalarımız gerektiğinde ceylandan çeşit kuşa kadar türlü av yaptı. Avladığı hayvanın etinden, derisinden hatta kemiğinden fayda sağladı. Bugün özellikle kara avcılığı hangi amaçla icra ediliyor? Doğa insanın değişen avcılık amacına uyum sağlamak zorunda mı? Her şey insan içinse amaçsızca hayvan öldürelim o vakit! Bizler doğayı kafamıza uydurmaya kalktık. Şimdi insanlar gelecek nesiller için endişe duyuyor! Kendi atasını ekol kabul etmemiş insanların gelecek için endişe etmesi gülünç bir çelişkidir. Tüketim çağının evlatları geleceği tüketirken onun için endişe edebiliyor...
Uzun süre denizden uzak kalacaktım ve son ziyaretlerimden birinde bu manzara canımı hayli sıkmıştı. Su altında defalarca rastladığım şu yengeçlere asla yiyecek gözüyle bakamadım. Bu ve benzer yengecin turistlik yörelerde, işkenceden farksız insan eğlencelerine -canlı cansız- meze olduğunu hatırladıkça… Av sabahının birinde, ayakucuma kadar gelen gözlerini bana çevirip üç beş saniye bakan ve yüzgeciyle üzerinde durduğum kayayı tokatlayarak uzaklaşan caretta caretta! Belki de öldürülen o! Neden? İnsan neden bu kadar aciz! Bu Vandallığın kökeni nedir? Doğa gittikçe acımasızlaşan Vandallıkla nasıl başa çıkıyor! İnsan yemeyeceği yahut herhangi bir fayda sağlamayacağı canlıyı neden öldürür. Avcı toplayıcı atalarımız gerektiğinde ceylandan çeşit kuşa kadar türlü av yaptı. Avladığı hayvanın etinden, derisinden hatta kemiğinden fayda sağladı. Bugün özellikle kara avcılığı hangi amaçla icra ediliyor? Doğa insanın değişen avcılık amacına uyum sağlamak zorunda mı? Her şey insan içinse amaçsızca hayvan öldürelim o vakit! Bizler doğayı kafamıza uydurmaya kalktık. Şimdi insanlar gelecek nesiller için endişe duyuyor! Kendi atasını ekol kabul etmemiş insanların gelecek için endişe etmesi gülünç bir çelişkidir. Tüketim çağının evlatları geleceği tüketirken onun için endişe edebiliyor...
Oysa avcı doğanın bir parçasıdır!
Avcı amaçsızca hayvan öldüren bir vahşi değildir. Avcı yemeyeceği yahut gerçek
bir fayda sağlamayacağı canlıyı öldürmez. Benim her türlü avcılıktan anladığım
bu! Ucunda yalancı yem sallanan bir kamışla sahilde gezinirken neden
avlandığımı sorgulamaya başladım. Balık yemek için mi? Yakaladığım balığı
satmak için mi? Yaptığım avlarla internet âleminde meşhur olup bundan fayda
sağlamak için gereken zemini hazırlamak adına mı av yapıyordum? Vakıa, neden avlandığımı
açıklamam ancak yazmakla mümkündür! Aslen bu soruyu kendinize sormanızı istiyorum. Yanıtı benliğinize verin. Avdayken kendi kayasında mutlu
olan o midyeden farksızım… Yani ancak kendi kayamda mutlu ve gerçek
olabiliyorum. Ben yazmak için ava gitmiyorum. Ava gittiğim için yazıyorum. Bir
numune olarak –umarım- bazı insanların avcılığını sorgulamasına vesile olurum. Geçelim!
Atışlara devam!

Akya sırtımda hareketsiz yatarken
kıyıyı son kez taradım.
Akya balığı Akdeniz’in önemli
avcı balıklarındandır. Aynı aileden başka türlerle sürekli karıştırılır. Hatta
bu balığa tral diye isim takanda var; yaladerma diyende! Bu balık hakiki Akyadır. Akdeniz’in yerleşik türü olduğu gibi Ege ve Karadeniz'de dahi görülmektedir. Bazıları bu balığın Süveyş kanalı
marifetiyle bize geldiğini iddia eder. Bu yanlış bilgidir. Kimsenin bu türe
balon balığı muamelesi yapmaya hakkı yoktur. En az lüfer kadar değerli ve
keyifli bir avcı balıktır. Avladığım ilk avcı balık Akya idi, benden yana katmerli bir değeri var. Akya ve soydaşları
üzerine kendimce bir araştırma yaptım, buna dair yazıyı ayrıca paylaşacağım.
Aynı günün gecesi mendirekte atışlar
yaptım. Bir palaska balığı kısa bir mücadeleden sonra iğneden kurtuldu.
Sabah erken kalkacaktım, uykuya vakit
ayırdım.
Karanlıkta uyanıp hazırlandım.
Aynı kumsal zifiri karanlıkta beni bekler! Issıza yürüdüğümün en büyük kanıtı
ışıkların geride kalmasıydı. Kafa fenerini arada bir yakarak ilerledim. Kıyıya
götüren yamacı dikkatle aştım. Hazır olduğumda feneri söndürerek atışlara
başladım. Çocukken karanlıktan çok korkardım. Bence karanlık korkusu biraz
kalıtımsaldır. Ve zifiri karanlıkta ne zaman yalnız kalsam tedirgin olurum.
Arada bir feneri açıp etrafıma baktığımı itiraf etmeliyim. Kumsalda parlayan
bir çift gözü bu taramalardan birinde gördüm; beni izliyordu. Oralarda tilki yahut köpek
olması doğaldı. Ve bana zarar verme olasılığı neredeyse yoktu. Hayaletlerden
korkacak çağda da değildim. Beni karanlıkta ürküten tek şeyin insan olduğunu fark
ettim. Zarar vermeye, yıkmaya, parçalamaya, yok etmeye meyilli sadece insandı.
Ne garip! Platon haklı olsa gerek; 'Karanlıktan korkan bir çocuğu kolaylıkla affedebiliriz. Hayattaki gerçek trajedi yetişkinlerin aydınlıktan korkmasıdır.'
Hava aydınlandı, tahmin
ettiğim gibi su berraktı. Dünkü koşullar bugünü fısıldıyordu
zaten. Dert değil; atıp çekmeye devam! Ölü yengeçlerle bir kez daha
karşılaştım. Ülkemiz ormanlarını, kel kalan araziyi parayı basar alırım mantığı
ile içinde yaşayan canlısına dahi acımadan yakıyorlar. Nehirler HES uğruna
katlediliyor. Üç beş yengeç öldürülmüş çok mu?

Kayalıkta beni öksüz bırakmayan Orfozgilleri bir dizi nasihat eşliğinde suya iade ettim.
Hafif esen rüzgârda amaçsızca uçuşan misinaya baktım. Takımı toplayıp hızla kaldığım pansiyona gittim. Beş altı kilometreyi yürüyerek arşınladım yine düşüncelerle. Üstümü değiştirdim şnorkel maske ve paleti alıp pansiyondaki arkadaşların soran gözlerine bakmaksızın aynı yolu tekrar arşınladım. Yürürken aklımdan geçenleri keşke şimdi yazıya dökebilseydim. İçimde salakça, çocukça bir umut vardı. Uçuk bir fantasma! Kaçan balığın ne olduğuna dair üç net fikrim vardı; oldukça büyük bir Levrek, Orfoz yahut belki yine bir Akya, fakat dünküne nispeten daha iri. Olasılık olarak bu bir Orfoz ise -ki oralarda daha önce gördüm- avlanmak için çıktığı dehlize ağzında iğneyle korku ve acıyla geri girmiş olabilirdi. Orfoz bunu kesin yapardı. Yahut civarda başka bir yere sığınırdı. Bu sersem düşüncelere eşlik eden, yorgun fakat hızlı adımlarla kumsalı arşınladım.
Yüzemeyecek kadar yorgun hissettiğimden olsa gerek suda şamandıra gibi gezinmekle yetinip dönüşe geçtim.
Yolda bir köpek leşi gördüm. Yine insana özgü bir kıyım! İki gündür buradan yürüyerek geçiyorum ve onu şimdi görüyorum... Etrafını saran ot ve kayalara karışmış öylece yatıyordu. Leşiyle bile doğaya fayda sağlamayı beceriyor hayvan! İnsansa yaşayarak her şeyi yok ediyor… İnsanoğlu doğaya dönmelidir. Onu görmelidir. Onu izlemeli ve takip etmelidir. Ancak o zaman varlığı ile değer katar dünyaya. İçinde doğa barındırmayan insan tüketimin kölesidir ve bu köleye dair her şey bir hayvan leşinden daha değersiz…
Yolda bir köpek leşi gördüm. Yine insana özgü bir kıyım! İki gündür buradan yürüyerek geçiyorum ve onu şimdi görüyorum... Etrafını saran ot ve kayalara karışmış öylece yatıyordu. Leşiyle bile doğaya fayda sağlamayı beceriyor hayvan! İnsansa yaşayarak her şeyi yok ediyor… İnsanoğlu doğaya dönmelidir. Onu görmelidir. Onu izlemeli ve takip etmelidir. Ancak o zaman varlığı ile değer katar dünyaya. İçinde doğa barındırmayan insan tüketimin kölesidir ve bu köleye dair her şey bir hayvan leşinden daha değersiz…
2-3 Kasım 2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder