Sanırım her zaman bir tür kaçıştı avlanmak. Evde beyhude harcanan
yaz günlerini Huckleberry misali dayanılmaz bulup, Asi nehrinin kenarında topladığım
solucanlarla avlanarak geçirdiğim çocukluk çağı belki oldukça uzakta olabilir
ama yıllar içinde kazandığım deneyim balık avı konusunda bir ustalıkla alakalı
değildi. Balık avının stratejileri, teferruatı, püf noktaları benim için daima
anlamsızdı. Temel tekniğin ötesinde hemen her detay, manasızlığını bugün dahi
koruyor benim için. Herhangi bir hedef, bir zafer yahut edinim, ‘şansım yaver
giderse güzel bir balık yakalarım’ diye ümit etmekten öteye geçemedi…
Umursadığım şeyler, yaşanacak mücadele ve başka bir dünyadan gelen o canlıyla
göz göze gelmek! Onu kanıma karıştırmak, ruh bütünlüğü sağlamak! Tabi küçükse
yahut yenmeyecek –yemeyeceğim- bir balıksa geri salmak!
Asi nehri kıyılarında avlanan çocuk oradan çıkan balıklardan
sadece birkaç kez yedi zira su oldukça pis bir muhteviyata sahipti. Zamanla
denizde avlanmak için izin koparabileceği yaşa geldi. E haliyle şimdi o çocuğun
yerini ben aldım. Yılların değiştirdiği iki şey; kullanılan daha gelişmiş takım
taklavat ve şahsen belli bir olgunluğa erişmiş olmam. Unutmadan; tabii ki daha az balık…

Bu ava başlamadan önce avlağa inmemi sağlayan kayalıkta sol kaval kemiğimin etrafını şişirecek ve sağ ayak parmağımın tırnağını koparacak düşüşü başarıyla gerçekleştirdim. Bu kazaya rağmen ava devam ettim. Acıya tahammülüm oldukça gelişmiş olmalı ki çok sıkıntı çekmedim. Biraz aksayarak yürür duruma düşsem de ertesi gün sabah suyuna kalmaya karar verdim.


Hava aydınlanmıştı artık. Işığın bir kez daha hayatıma
girmesiyle tekrar fotoğraflar aldım. Balığa çıkarken yanımda her zaman poşet
vb. yakaladığım balığı muhafaza edecek bir malzeme olurdu. Bu defa hariç! Ne
şans ki yanımdaki avcılarda da benzer bir gereç yoktu. Balığı bulunduğum
kayadaki çukura, birikmiş suya bırakmıştım. Son fotoğraflardan sonra içi daha
çok ve taze deniz suyuyla dolu olan başka bir su birikintisine koydum onu. Bu
birikinti yandan gelen dalgayla sürekli yenileniyordu. Tek sorun suyu tahliye
edenin sadece dalga olmadığını taşta birde oyuk olduğunu fark etmemiş olmamdı. Balığı
buraya yatırmamla ince uzun yapıdaki balık suyun çekimiyle delikten çıkıp
gitmişti… Bu anı göremedim fakat başka bir olasılık yoktu. Bu su
birikintisinden gözümü sadece birkaç saniye ayırmış ve tekrar baktığımda balık
yok olmuştu. Balık canlı da değildi. Tamamen tahliyeye sebep olan akışla
sürüklenmişti. Açıkçası beni üzen mevzu balığın ölmüş olmasıydı. Keşke
canlıyken elimden kaçsaydı. Onu yakalamış fakat sahip çıkamamıştım. Ava dair
sorumluluklar var! Nasıl, neyle, ne zaman, nerede yakalayacağım vb. dertlerin
çok ötesinde. Bir balığı alıkoymuşsak ondan kılçığına kadar faydalanmalıyız. Balık
avı –avcılık- oyun, spor vs. değil! Evet, bir tutku olabilir balık avı! Fakat
tutku dahi olsa sorumluluk gerektirir. Ve ben bunu her zaman teknik zırvalardan
önemli buldum. Yine de hata yaptım. Bu beni yine düşündürdü. Önünden sinek
geçse bu konudan düşünen biri için pek yeni bir durum sayılmaz gerçi.
Teselli; zombi olarak avlandığım esnada oltaya gelen
iskarmoz benden kaptığı virüsle zombiye dönüşmüş ve denize dönmüştür. Denizde
tüm balıklara bu virüsü yaymaktadır. Temennim; bundan kelli yakalayacağınız tüm
zombi balıklar sizi kıçınızdan ısırsın! Selam ederim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder