Kıyıya inen dar bir patika, sonrası eğimli düzensiz bir geçit; yol yok! Uzun bitkiler yönünü şaşırtabilir. Ortadan dağdan gelen bir kaynak suyu, çocuk gibi kirlenerek akıyor. Onu takip edersen kumsala varırsın. Naçizane sihirli bir ekosistem örneği, bütünün parçası... Her yeri türlü canlıyla çevrili bir parça toprak, rüzgâr, ışık, ses ve su…
'Yalancı yemle avlanıyorsan, gün doğmazdan evvel oltayı savurmaya başlamalısın' diye bağırıyordu içimdeki kanun adamı. Henüz yolsuz eğimden kıyıya doğru ezberim üzerine ilerlerken bazı ağaç ve taşların üzerine kırmızı boyayla rakam, ok işaretleri ve harfler dağlandığını gördüm. "Rant" dedim tıslayarak. Kulağım bile tanımadı sesi. Kulağım karşıma geçti şöyle bir baktı bana. Ses yabancı, kulak başka geldi göze... Burası da elden gidiyor olmalı, dedim öze.
Şüphe daha fazla yüklenmeden sırtıma, kumsala inmenin derdindeyim. Otel mi yapacaklar, kumsalı mı kapatacaklar? Sonuçta bir kilometreye mütecaviz güzel bir kumsal var. İki tarafı kayalık, ardı dağlık ve ormanlık bir ‘arazi’.
Şüphe daha fazla yüklenmeden sırtıma, kumsala inmenin derdindeyim. Otel mi yapacaklar, kumsalı mı kapatacaklar? Sonuçta bir kilometreye mütecaviz güzel bir kumsal var. İki tarafı kayalık, ardı dağlık ve ormanlık bir ‘arazi’.
Belli bir deneyim var… Yıllardır buraya geliyorum. Denize baktığımda balık yakalama ihtimalinin sağlamasını yapabiliyorum. Basınçtan, aydan, şundan/bundan anlamam sadece suya bakar ve boşuna uğraşıp uğraşmadığımı anlarım. Su bana iyi şeyler söylemiyor ve bulunduğum yer beni tılsımıyla büyülemiyorsa çeker giderim. Hal böyleyken hemen her vakit bu kumsala uğrarım. İllaki o ağaçların çalıların kokusunu içime çekerek iner ya da çıkarım… Yorgunluk varsa kısa yoldan döner yahut yolu uzatmak pahasına kalabalık canlı grubunun arasına dalarım.
Su bulanık, kıyıda hafif çırpıntı; tam havası! Koşullar bölgeye göre değişebilir...
Oltayı savuruyorum; havada süzülen yem sanki Doğancılar meydanına iner gibi. Sararak yalancı yemi yüzdürüyorum; suyun altında yalpalayarak gelişi başka güzel. Suyun çırpıntısı ayrı tatlı. Kimsesiz kumsalın tek sakiniyim. Tek aza, tek muhtar, tek avcı, tek çoban, tek keçi...
Çok geçmez, hava 'güzel' oldu mu dolar taşar buralar.
Sahtekarlığına en güvendiğim hem de uygun fiyatlı favori yem güzel yüzüşüyle hem beni hem balıkları mest ediyor! Şaka bir yana -geç bakim şu yana- yerini dolduran bir başka yem daha bulamadım. Sizinle paylaşmayacağım onu üzgünüm. Zira öyle bir duruma geldim ki kimsenin balığı benim gibi sevebileceğine inanmaz oldum.
Ve oltaya hafif bir baskı biniyor. Hızla sarıyorum. Bir ıskarmoz… Iskarmozu öldürüyor ve çantama alıyorum. Birkaç atış...
İlerliyorum.
Bu güzel kumsal elden gidecek mi? İşaretleri gördüğümden beri fasılalı olarak tekrarlıyorum bu soruyu. Iskarmozu lüfere yem yaparım diye konuyu değiştirmek istiyorum. Rant tekrar aklıma giriyor. Kumsalı kapayacaklar. Otel yapacaklar. Belki lokanta. Hem lokanta, hem plaj…
Bu kumsalın kıymetini kimse benim kadar bilemez…
Burada pek çok canlı yaşar durur... Bir kısmını yakinen tanırım.
Yaban Mersini (üzerinde örümceklerin yuva yaptığı), Kapari (karıncaların âşık olduğu ve türlü böceğin yavruladığı), Kuşburnu, Böğürtlen, Gazelboynuzu, kaya yaran Katırtırnağı, Menengiç, zehirli güzel Zakkum(onu hep kadına benzetirim), Adaçayı Yapraklı Laden ve onu izleyen Defne Yapraklı Laden… Adını sanını bilmediğim pek çok bitki daha! Pek çok böcek, sürüngen, türlü kelebek, yengeçten martıya pek çok canlı var bu kumsalda. Toprak var, su ve rüzgar… Işık var! Can var!
Denizinden kimi sual edersin; aynı günde Levrek, Lüfer, Lambuka, İskarmoz, Sarıkuyruk, Akya balığı... hulasa Doğu Akdeniz’den aklına gelen tüm balıklara rastlanabilecek bir bölge. Buranın suyunu iyi bilirim. Defalarca girip izledim. Türlü canlıyı gördüm, türlü canlıya göründüm burada. Rüzgârla yüzümü döven kumunu bile kabul ettim bir sokak köpeği gibi. Burayı koşulsuz sevdim.
Bilir misiniz ki ben görmeyi en çok hayal ettiğim tilkiyi de burada gördüm. Gözlerim buğulanıyor onu düşündükçe…
Demem o ki; kimse burayı benim kadar sevemez. Tanıyamaz ve bilemez.
Sinirimden doğru düzgün savuramadığım oltanın misinası birbirine girdi. Düşünceler birbirine; ayıklarken misinayı...
Burası soylu yaşamış atalarımın ruhlarıyla taşıyor. Atalarımın mabedi doğaydı. Göktü! Onları en yoğun bu kumsalda hissediyorum. Beni çağıran zaten onlardı biliyorum. Yoksa ben her yerde olta savurabilirdim. Burayı değerli kılan yakalayabileceğim balıklar değildi. Ben hemen her kumsalda kandırdığım balığın gözlerine hayranlıkla bakabilirdim. Burası soylu yaşamış, yeteri kadarını yemiş, kirlenmesin diye ellerini derede yıkamamış atalarımın mabediydi. Atalarımın mabedini koruyabilir miydim?
Ranta kurban gidecek olursa burayı koruyabilir miydim?
Atalarının kültürünü koruyamayan toplumlar, mabetlerini nasıl korusun?
Bazen tüm kumsalı ve ekosistemi insanların bıraktığı çöpler kaplıyor. Tek başına temizlemeye kalksan günler sürer. Ne fayda, gene gelecekler! Doğaya hürmet yok! Atalarım bu gerçeği asırlardır biliyor, kabullenişi hoş görüyor ve bazen bir şey almaya değil sadece ziyarete geldiğimi biliyorlar. Bir gece beni sofralarına davet ettiler. Ateşin başında sessizce oturduk. Gözlerine baktım; kaçırdılar. Konuşmak istedim; sustular. Sert bir şark rüzgarı esti; gözlerim kum doldu. Sonra onları bir daha görmedim. Dağlara çekildiler kim bilir? Bazen rüzgârın taşıdığı uğultu içinde farklı bir ses olur... Onlara yorarım.
Rantın önü nasıl kesilir? Ses kesilir, rant kesilmez gelir.

Rant! Şahsen rantın önünü kesmek için yapabileceğim hiçbir şey yok. Protestolar vb. hiçbir faaliyet sonuç getirmeyecektir. Bu benim şahsi görüşüm. Doğa rantçılara kurban giderken insanların son bir çırpınışı gibi geliyor bu bana. Rantın ötesine geçemedikten sonra her şey boş geliyor. Levrek onu söndürmeden önce son bir defa çırpınıyor.
Kendi yavrusunu diğerinden kayıran anne doğada pek görülmez. Yeri gelir öldürdüğünün yavrusuna annelik eder hayvan. Hayvan!
Kendi evladını kayırma bize has. Kayırma… Rantın ruhu! Türkiye’nin Ruhu!
Ateş başında geçen o geceyi düşünüyorum. Yüreğimde farklı bir baskı; gözlerim buğulu. Onlar konuşmayı çoktan bırakmış. Bir ses bir görüntü bekliyorum; bir umut.
Ben elbet bulurum kendime başka bir avlak. Ve fakat buradaki canlıların hali nice olur? Rantın umru mu? Belki hepsi kuruntu peki yapılan/yapılacak onlarca kıyım! Rant uğruna kıyılan canlar. Dağları patlatan adamlar var!
Dağ infilak eder ve Musa peygamber baygın düşer...
Tüm bu tüketimin kıyısında köşesinde var olan bizler dimdik ayakta duracak kadar aymaz!
Dağ infilak eder ve Musa peygamber baygın düşer...
Tüm bu tüketimin kıyısında köşesinde var olan bizler dimdik ayakta duracak kadar aymaz!
Şimdi daha iyi anlıyorum o çırpınışı. Canlar, canlılar… Ne uğruna? Neden bu kadar ahlaksız oldu insanlar? Tüm bu çalılar yere ne kuvvette tutunabilir geldiğinde demirden canavarlar. Ben gelene kadar dayanırlar mı? Canımı ortaya koysam, rant vazgeçer mi? O örümcekten bahsetsem, tilkiden, düşüncelere dalmış bilge kurbağalardan. Atalardan söz açsam… Dinler mi?
Çocuklaşıyorum buraya geldim mi? Doğa beni masum kılıyor. Savaş baltalarımı gömdüğüm yer değil mi toprak? Elimde balta demirden canavarlarla savaştığımı düşünüyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder